Dayanamıyorum ben buna.
Değiştim.
Eskisi kadar hassas değilim.
Alıştım ya da alıştığımı iddia ediyordum. Son zamanlarda dünyanın duyarsızlığına, pişkinliğine ve acımasızlığına sadece kendimi kandırmışım. Bir çocuğun şu buz kesen havada ayağında çorap olmadan dilini bile konuşamadığı bir ülkede, minicik yüreğiyle ekmek kavgasına tutulmasına dayanamıyorum.
Olmuyor. Yok yapamıyorum. Böyle nasıl biliyor musunuz yüreğime çarpıyor. Yüreğime çarpıyor, böyle gidip sımsıkı kucaklamak yüreğimle buz tutan bütün yanlarını ve bunlara hayalleri de dâhil ısıtmak istiyorum. Olmuyor ben bu dünyanın adamı olamam. Benim yüreğim böyle bir acıya duyarsız kalamaz. Akif'in de dediği gibi “adam aldırmada geç git diyemem aldırırım”.
Hangi anne evladını bu kara kış günlerinde sokağa göndermek ister ki. Yani bizim çocuklar el bebek gül bebek büyüyor. Onların farkı ne. Onlarda bir annenin evladı nar tanesi değil mi? Bi de ne biliyor musunuz sanki onlar bambaşka bir gezegende yaşıyormuş gibi davranıyoruz. Hayır, hayır aynı gökyüzünün altında biz onları görmezden gelmeye öylesine şartlamışız ki kendimizi.
Tanıştım onlardan bazılarıyla. Geçemezdim ki. Geçseydim yüreğime veremezdim bunun hesabını. Bi de ne güzel saçları var böyle doğuştan sapsarı. Böyle çok güzel gözleri ve gülüşleri. Bi de bu güzelliğin farkında olmayan onlara düşmanca bakan kovan dilenmelerine saydıran sözde yurdum insanı. Vicdanını susturmaya alıştırılmış onlardan nefret eden bir kesim. Hergün onları bu halde gören ve bu hallerine söylenip duran bir çözüm arayışı yerine işi gücü acımasızca eleştiren bir kesim. Bunların hepsi gözümün önünde oldu ve benim onları izlediğimi bile farketmediler.
İçimiz sızlamıyor ki. Ama bu eskisinden daha da sancılı... Savaştan geriye ne kalıyor biliyor musunuz çocukluğunu yitirmiş çocuklar.
Dayanamıyorum. Ben kız zanndiyorum çocuk erkek çıkıyor ve daha altı yaşında. Yokluktan ne bulursa onu giymiş ne yapsın garibim. En acısı da içinde biriken gözle görünmeyen kocaman yaralar. Ben hiç kimsenin derdini küçümsemiyorum. Herkesin derdi kendine ağır. Evet, zor çok zor yaşamak herşey pahalı ekmek aslanın ağzında. Yani herkes anca kendine yetiyor tamam hak veriyorum eleştirmiyorum anlıyorum.
Ama dayanamıyorum. Ben kendi ailesini aç yatıran elindeki son lokmayı ihtiyaç sahiplerine veren sahabelerin hayatıyla büyüdüm. Onları Allah’ın nasıl övdüğünü dinledim okudum onlara özendim. Ben dünyanın ihtişamını elinin tersiyle iten yalnız adamı Ebuzer'i çok severek büyüdüm. Ben Allah'a borç verin ayetini işittim ve iman ettim. Benim dünyamda Müslüman efsaneydi. Onun yürüdüğü yollarda birşeyler değişmeliydi. Toprak sırf o üstünde yürüyor diye çiçeklerle süsleniyordu.
Yazmaya bir süre ara vermeye karar vermiştim ben. Ama olmadı derdim var benim derdimi anlatmalıyım.
Bi de bu sadece müslüman olmanın bir gereği değil bu insan olmanın bir gereği. İnsanlıktan söz eden dili dini ırkı ne olursa olsun yaşama hakkına sahip olduğumuzu idrak edenlerin meselesi. O çocuklar bize emanet. Onların çocukluğu bize emanet. Güvenmiyorsan hayır kurumlarına git kendin ara bul yani karınca misali su taşıyan ol onlara. İnfak et ya infak et. Yeniden canlansın bu gelenek. İnan zenginleri fakirlere sevdirecek şu adaletsiz dünyada psikolojik olarak sağlam bir nesil yetiştirmemizi sağlayacak tek yöntem bu.
Bak ben matematik öğretmeniyim ve matematiğin açıklayamadığı şeyler biliyorum. Mesela "bereket" kavramı… Bunu sayılarla açıklamanız mümkün değil. İman edin infak edin elinizdekinin bereketlendiğine şahit olmazsanız gelin yakama yapışın.
Sadaka belayı def eder sadaka verin yoksa bir şeyiniz başını okşayın onların güzel söz söyleyin tebessüm edin. Allah ihtiyaç sahiplerine böyle davranın diyor ben demiyorum, Allah diyor lütfen artık işitelim kör ve sağır bakmayalım onlara, göz göre göre görmezden gelmeyelim.
Yarım hurma dahi olsa kendimizi onunla cehennemden koruyalım. Dünyamızı cehenneme dönmekten koruyalım.
En önemli ihtiyacımız eğitim ve sağlık. Bu ikisi pahalı olmamalı. Sesimi duyurabilsem bir taş alıp zalimin karşısında durabilsem. Ah bir haykırsam haykırabilsem… Daha neler neler söylemek istiyorum bir bilseniz. Allah ömür verirse nasip ederse sıra sıra dökeceğim içimi kelimelere karınca misali.
Ömer Karaoğlu'nun ezgisiyle sonlandırmak istiyorum satırlarımı. O dertli bir yürek ki dokunmuş yüreğime kelimeleri ve de ne güzel anlatmış içimdekileri.
"Savaşa girdin kalbin bin yara aldı benim
Bedenli acılarsa aradı buldu beni
Bedelli acılarsa aradı buldu beni
Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste
Bir Ebubekir bir Ömer kıldı beni
Parça parça bir yürek
Delik deşik bir bağır
Bir beş değil sevgili
Bin kurşun deldi beni
Öyle çıktım alana
Ve yürüdüm yürüdüm
Ne görebildi kimse
Ne de anladı beni."
Umarım anlarsınız anlayabilirsiniz beni. Vesselam.